1 Ağustos 2013 Perşembe

İrlanda Gezi Yazısı: Vay başımıza gelenler; Yaşananlar ve bir daha yaşanamayacak olanlar…



 Baile atha CliathDublin.. İrlanda’nın başkenti.. Jonathan Swift’in, Oscar Wilde’in, William Butler Yeats’ın, G.Bernard Shaw’ın, Samuel Beckett’in ve tabii ki James Joyce’un doğduğu, ilham aldığı şehir..
            Liffey Nehri etrafına kurulmuş yemyeşil doğal bir park gibi niteleyebiliriz Dublin’i.
FreudTeorilerim bütün insanlar için geçerlidir.” demişti fakat daha sonra bir müddet duraklayıp,  “İrlandalılar hariç” diye eklemişti. Haklıydı bence de. İrlandalılar kesinlikle hariç.
            John Ardagh’ın bir sözü geldi aklıma: “Önce insani nitelikler gelir.” İrlanda’ya gitmeden duymuştum sıcakkanlı, dostane insanlar olduklarını fakat İrlanda sokaklarında edindiğim deneyimler beni çok mutlu etti. Otobüse binen herkes otobüs şoförüne “Günaydın” inen herkeste “İyi Günler” diliyordu. Biz “Çılgın Türkler” bu naifliği düşünebilecek kadar müsait(!) değiliz sanırım dostum..
Sıcakkanlı hoş sohbet insanlar dedik. Devam edelim. Londra ve Paris’ten sonra en fazla turist çeken şehir Dublin4.5milyon turist geliyor başkente her yıl, tıpkı benim gibi. Elimde bir harita şehri geziyordum. Elimde haritayı gören yanıma yaklaşıp “kayıp mı oldunuz? Bakın hemen şuradayız.” Deyiveriyor o ilk etapta anlaşılması zor irish aksanıyla. Yardımcı olmakla yetinmeyip hemen çevremizdeki birkaç yeri de tavsiye ediyor sarı kafalı uşaklar. Çilli çilli kızıl kafalar..

            Tipik Britanya ülkesi.. Sistem her yerde.. Düzen ve intizam.. Şehir estetiği, tarihi ve dokusu olabildiğince korunmuş. Yüksek yüksek gökdelenler yok sanıyorum ki asla da olmayacak. Sistem insanlara bir çerçeve çizmiş ve o çerçeve o kadar yeterli ki özgürlüğün tadını çıkarırken asla baskı hissetmiyorsun. Sistemi destekleyen etkenler tabii ki de var: Refah seviyesi denebilir. Lakin Avrupa’da bu dönemlerde yaşanan krizlerin ilki İrlanda’da patlak verip İspanya ve Yunanistan ile devam etmişken Dublin’de genel itibarıyla bir kriz gerginliği göze çarpmamakta eğitim seviyesi ve kültürel geri besleme diye tabir edebileceğim (bir çeşit kendine ve geçmişte yaşadıklarından aldığı güven) sinirleri pek germiyor şehirde.


                  1850’lerden itibaren şehrin dokusuna dokunmamak gibi ulusal bir karar alınmışa benziyor. gotik mimari (old city) birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi Dublin’de de korunmuş. Zamanında Vikingler yerleşmiş Dublin’e M.S. 800 yıllarına kadar küçük bir kasabaymış şimdi 1,5 Milyon nüfuslu Dubl inn (lanetli şehir) İngiliz devlet terörüne karşı direndiğini ve bu direnişi suni hatıralar ile değil şehrin tamamen kendisiyle hatırlamak adına şehir yapısını bozmamışta olabilirler. Teorim gayet mantıklı çünkü 1902’de İngiliz Kraliçe "Queen Victoria" ölünce tüm İngiltere’de yas ilan edildi ve evlerin kapıları siyaha boyandı. “Yaramaz Çocuk İrlanda” ki bu huyuyla, bu asi tavrıyla biz Karadenizlilere benzetirim İrlandalıları “Biz İngiltere kraliçesi için yas tutmayız” deyip herkes kendi evinin kapısını değişik renklere boyamıştır. Dublin’de yan yana aynı renk iki ev kapısı görmeniz mümkün değildir. Biri BORDO ise diğeri kesin MAVİ'dir (:


Braveheart’ın ve PS: I Love You nun çekildiği şehirdir Dublin.
Gidilecek yer tavsiyesi olarak şehir merkezindeki Trinity College, Temple Bar caddesi Grafton Caddesi şehrin en cıvıl cıvıl yerleri. Ulaşım otobüsler ile rahat taksi ile pahalı.

            Gelelim şimdi kendi hikâyemize. İstanbul Atatürk Havaalanı’ndan 3 Saat 55 Dakikalık uçuş ile 3000km ötedeki İrlanda’ya neden gittim? Arkadaşım Cihan Arslan ile Joganita adına futbol belgeseli çekmek için gittim. Futbolun birleştiriciliği hususunda Kardeş takım Drogheda United FC ‘yi kayda almaya gittik.
            Drogheda.. Dublin’e 40km uzaklıkta ve tıpkı Dublin gibi bir liman kenti fakat tabii ki de çok daha küçük. Orta çağ mimarisi olan yapılara Drogheda’da rastlamak mümkün küçük bir şehir olmasına karşın Katolik Kiliseler ve Katedraller küçük bir şehre göre fazlasıyla büyük ve tüm Hıristiyanlıkta olduğu gibi ihtişamlı. Zaten Protestan olan Güney İrlanda’ya karşı ekstra bir ihtişam Kuzey’de bekliyordum. Dublin bir tüketim şehri gibi görünüyor lakin Dublin-Drogheda arası tren yolculuğu sırasında Drogheda’nın çoğunlukla tarım ile uğraşan bir şehir olduğu kanısına yol üzerindeki tarım alanlarının çokluğundan varmak mümkün. Bu da beni başkenti bakan küçük şehirler düşüncesine itti. Her neyse..
Deniz kokulu bir memleketin evladı olduğum için başımı çevirince denizin hemen yanı başımda olduğunu bilmek bana her şeyden önce huzur ve nedendir bilinmez bir güven veriyor. Öncelikle futbol İrlanda’da 3. veya 4. sırada gelen bir spor. Öncelik Rugby ve Golf üzerine. 1806 yılından beri Rugby ile haşır neşir olan bir ülkede de futbolun ön planda olmasını beklemek haksızlıktı. Karşı kıyısındaki İngiltere’den ancak bu günümüzdeki etkisi kadar nasiplenmişler. Genç nesil İngiltere ile yapılan kavgaları unutmuş olsa ki çoğu bir İngiliz takımını destekliyor. Özellikle Liverpool ve Manchester United ilk iki sırada. Fakat orta yaştakiler geçmişini ve gençliğinde yaşadıklarını unutmamış ki iyi ya da kötü bir İrlanda takımını mutlaka destekliyor. Çoğunlukla da Drogheda United…

 Son bölüme doğru biraz da bi başımızayken yaşadığımız şanssızlıklardan bahsedeyim. Cihan ilk kez yurt dışına çıkıyordu bense daha öncede paylaştığım gibi Barselona – Madrid seyahatimden sonra bu ikinciydi. Cihana yapacağımız yolculuk ile ilgili güzel şeylerden bahsediyordum. “iki film izleriz uçakta hoop Dublin’deyiz yolculuğu anlamayız bile” dedim fakat o da ne küçücük uçak ile 4 saat yolculuk yapmak zorunda kaldık neyse iyi de oldu bol bol muhabbet ettik. Haa! Bundan önce Atatürk Havaalanında yurt dışı çıkış harcımı yatırıp pul aldım fakat güvenlik kontrolüne gelene kadar pulu düşürmüş, kaybetmişim. Şanslıyım ki görevli polis memuru insaflı çıktı da tekrar harç yatırmamı istemedi. Dublin Airport’a indikten sonra bizdeki Havataş ulaşım araçları gibi Aircoach adlı otobüsleri var. Onlar ile otelimizin önüne kadar geldik fakat o da ne? Otel resepsiyonunda beklerken Cihan’ın otobüsten yanlış bagaj aldığını ve kendi bagajını unuttuğunu fark ettik.

 Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim bari. Cihan’ın yaşadığı şanssızlıklar yakamızı bırakmadı. :)) ama hepsi şuan geri dönüp baktığında iyi ki yaşanmış denecek türden.. 5.günün sabahında İrlanda denizine ayağını sokmak isteyince baştan aşağı ıslandı. Burada bir olaydan daha bahsetmek istiyorum. Otele geldik, yerleştik odanın manzarasına bi' bakayım dedim. Perdeyi açtım ve koskoca deniz karşımdaydı. Şansımız varmış manzaralı odaya denk geldik diye düşündüm. Fakat ertesi gün sabah kalktığımda gördüğüm tablo hayatımda bir ilkti. Med-Cezir ya da Gel-Git... Hiç bu kadar büyüğünü görmemiştim. 100mt. yi aşkın bir boyutta deniz geri çekilmişti. Öğlenden sonra ise o deniz kıyılara tekrar vurmaya başlıyordu. Bununla yaşayan bir şehir.. Bana garip geldi,bilemiyorum.


Solda gördüğünüz fotoğraftaki kayalıklara öğleden sonra yosunlar sarılıyor yengeçler tırmanıyor.. Neyse Cihan diyorduk :)
Tabi şanslı olduğu konular da yok değildi. Bavulu aldık tabi. Otel resepsiyonu şirketi arayıp bavulu otobüsün bir sonraki turunda otel kapısından alabileceğimizi söyledi. Yanlış aldığımız bagajın sahibi hanım da kendi bagajının otelde olduğunu öğrenince gelip almak istedi. Fakat bir şeyi unuttuk. İş Etiği… Nasıl mı? Otobüs geldi, bavulumuz ondaydı fakat otobüs şoförü yanlış alınan bagajı kendisine teslim etmeden bizim bagajımızı vermeye niyetli değildi. Bavullar onun sorumluluğunda olduğu için, bagajları takas etmemizi istiyordu.. Eee bagajın sahibi gelecek, otelden alacak bavulunu sen boşver ver bize bavulumuzu dedik ama dinletemedik. İş etiğine yakalandık. El mahkûm yanlış aldığımız bavulu verdik kendi bavulumuzu aldık fakat bavul sahibi kızcağız kendi bavulunu alabilmek için havaalanına kadar gitmek zorunda kaldı ve boşu boşuna otele kadar geldi. Otele yerleştikten sonra, önce şehir merkezine oradan da Drogheda’ya gitmek için yola koyulduk. Otelin hemen önündeki otobüs durağından şehir merkezine gidecek yolu, otobüs numarasını ve fiyatını öğrendik. Kişi başı 2.40€. Mesafe ise 5km den biraz fazla gibi. Otobüs geldi parayı otobüs şoförüne verdik iki kişi 5€ verdik. O da ne? Kâğıt para kabul değilmiş. Peki, ne yapacağım? Bozuk para kabul ediyormuş. Haydaa indik aşağı, başladık yürümeye. İyide oldu 5€ kar ettik (:

Şehir merkezinden Tren ile Droghedaya gittik. Stadı bulduk ama o da ne? Stad kapalı. Maç yok. Nasıl yok? Her şeyi ayarladık 3000km yol geldik maç nasıl olmaz. Drogheda United'ın o haftaki rakibi olan SligoRovers takımı geçtiğimiz günlerde Malmö ile Uefa maçı oynayınca Drogslar ile olan maçı ertelenmiş mi ne öyle bi aksaklık yaşanmış. O moral bozukluğu ile Dublin’e geri döndük. Akşam otele gelirken bu sefer hazırlıklıydık 5 tane 1€ hazırladık ve otobüse binmeye hazırdık verdim 5€ yu karşılığında 0,20Cent bekliyorum fakat ikinci şok. Para üstü yok. Parayı tam vermek biz yolcuların sorumluluğundaymış. Bak sen hele..!! İrlanda'nın krizde olduğu otobüs şoförlerinin paralarını biz turistlerden çıkarmak için bir yol haritası çizdikleri nasıl belli oluyordu :)  Rezil bir gün geçiriyorduk ama moralleri bozmamaya çalışıyorduk. O gece bir iki irtibat kurup Famous45Ultras (Drogheda Taraftar Grubu) , Gerry Kelly (Fitness Coach) ve kaleci Gabriel Sava ile röportajları ayarladık. Bana sorarsanız marjinal faydası oldukça yüksek bir iş başardık. Öncelikli işimizi hallettiğimiz için çok mutluyduk tabi şimdi de biraz gezinme ve Dublin – Drogheda şehirlerini tanıma vaktiydi.


Drogheda’da gezindik. Tıpkı Dublin gibi Drogheda’nın da içinden bir nehir geçiyordu. Şehir onun etrafına kurulmuş, mütevazı bir şehir meydanına sahipti. Dublin’e göre biraz daha yüksek ve haliyle Dublin’den biraz daha soğuktu. Karadeniz gibi olmasa da havası yine de güzeldi. Enteresan bir anekdot vereyim 5 günlük İrlanda seyahatimizde tek bir damla yağmura bile denk gelmemek büyük bir şans diyebilirsiniz. Ama ben gittiğim yerlerin her koşulunu yaşamayı ve o deneyimi de kazanmadan gelmeyi sevmem. Şimdi üzülüyorum İrlanda şöyle yağmurlu böyle yağmurlu dendiğinde biz hiç görmemiş olacağız.

Son gün Dublin gezintisi…
Dublin’de 3 büyük Green Park: Phoenix(1662), St.Stephen’s(1663) ve Merrion Square(1752) kesinlikle gezilmesi gereken doğal yeşil alanlar.

Meşhur Guinness Birasının üretildiği yer Dublin eğer merakınız varsa gidip tatmanızı tavsiye derim. Simsiyah rengi ve malt tadı ile güzel bir deneyim. Bu arada irlandalılar içmeyi gerçekten biliyor biz Türkler gibi sarhoş olana kadar içen yok. İçki de bir kültürdür. Ağızla içmek gerek..  Ayrıca Whiskey olarakta Jameson’ın üretildiği yerdir İrlanda. Ondan da her eve lazım..

Bir parantez açıp müziklerine değinmek istiyorum. Halk müzikleri kesinlikle çok güzel. İnsanı derinden etkiliyor ve neşelendiriyor. Burada bir etkileşim söz konusu acaba müzikleri eğlenceli olduğu için mi cana yakın insanlar yoksa cana yakın oldukları için mi neşeli müzikleri var. Şahsi fikrim cana yakın oldukları için müziklerinin bu kadar neşeli ve eğlendirici olduğu yönde. 
Kilise katedral gibi yapılara merakınız var ise ünlü cadde Temple Bar’ın hemen bitişinde Viking Area diye adlandırılan bölgede çok sayıda mimari eser görebilme şansınız ayrıca çakma Vikingleri de sokaklarda tur atarken görebilirsiniz. Şehrin tam meydanı O’connell Streetten geçiyor. O’connell köprüsündeyken şehrin merkezindesiniz. Her yere ulaşıma rahatsınız ve Dublinin kalbini dinliyorsunuz demektir. Korkmayın içinizdeki İrlandalılardan onlar iyi insanlardır. Hepsine selam olsun.